Ne yazacağımı da bilmiyorum, neyse.
Dün sabah kalkıp bilgisayarı açtım, masanın altından cozur cozur bir ses geldi, eğilip baktım, Kudi hoparlörün kablosunu dişleyip ikiye ayırdı gözümün önünde.
Bir süre kulaklıkla idare ettim, beynim yandı. Yarım saat uğraşıp bilgisayardan çıkan sesi barbar kocamın devasa amfilerine atmayı başardım.
Ya sadece barok çalan radyoları ya da dünyanın en ağlak şarkılarını dinleyip duruyorum, masada dinliyordum en azından. Şimdi Kudi yüzünden bütün eve sirayet ediyor; ya barok huzursuzluğu ya da ağlak nağmeler. 3 saattir Morrissey dinliyorum mesela, köpenklere dert olsun, naapiyim.
Geçtiğimiz bir ay boyunca ne çok şey oldu yahu. Hayatımda ilk defa bir seçim sonucunda kazanmış gibi oldum, kazanmış gibiliğimi idrak edemedim. Bir hayli yıpratıcı bir süreç oldu, belki de o yüzden. CHP ve HDP'yi alnından öpüyorum, en çok onlar çalıştı, bütün bu saçmalıklar içinde en efendi duranlar da onlar. Seçimden iki gün önce miting bombalandı, insanlar öldü, biz hala hayatımıza devam ediyoruz. Doğulu olmanın dayanılmaz hafifliği.
"Kürtler oy toplamak için kendilerini bombaladı"lardan tutun da "Demirtaş midemi bulandırıyorlar"a kadar neler neler okudum. Niye bacım, niye? Demirtaş ne etti de mideni bulandırıyor? Var olduğu için mi? Bir kesim işi gücü bıraktı, HDP'ye oy verecek insanlara sardırdı seçim öncesi, akıl alır gibi değil. Hiçbiri babamın oğlu değil, bütün politikacıların çeşitli seviyelerde yavşaklıkları var ama, bakın AMA diyorum, hiçbir siyasi oluşum MHP'nin tembel fırsatçılığına, vizyonsuzluğuna yetişemez. Geçen akşam CNNTürk'te iki MHP milletvekili gazetecilerin sorularını cevapladı, seyrettik. Soru moru cevaplamıyorlar, sadece konuşuyorlar. O kadar yerlerinde saymışlar ki son 30-40 senedir, o kadar olan bitenden habersizler ki bir anda 7 yaşımın TRT'sine falan ışınlandım; argümanlar o kadar statik, o kadar beyinsizdi. Dünya dönmüş, bu amcalar kendilerini zamkla bir yerlere tutturmuşlar, mazallah bir şeyler öğrenirler filan, allah korusun.
Neyse, koalisyon kurulsun, duruma göre tekrar çemkiririm. Benim de kapasitem bir yere kadar zaten, her şeyi anlayamıyorum.
Evde kitap koyacak yer kalmadı. (Bunu kitapların çokluğuna değil, evin küçüklüğüne bağlayınız.) Kalorifer üstlerine dizmeye başladım, belki bohem olur, bilemiyorum.
ODTÜ'deki küçük kitapçı Öykücü, geçenlerde bir imdat çağrısı yollamıştı, durumlar fenaymış. Emrah Serbes imza günü yaptı gelip Öykücü'nün kapısının önünde. Ben hala tek bir kitabını okuyabilmiş değilim, gene de Nadire'yle gittik. Kıyamet kopuyordu, kitapçının karşısındaki sandviççiye oturduk. Emrah Serbes herkese sarıldı, herkesle öpüştü, herkesle dakikalarca sohbet etti. Böyle biriymiş demek ki. Uzaktan seyrediyorduk ki Nadire "Ay ben dayanamıyorum. Şimdi kalkıcam, saçlarını şampuanlıycam, nasıl yapışık saç o?!" dedi ki haklı. Saçlara biraz volüm lazım. Başka da bir şey lazım değil anlaşılan.
O gün kitap imzalatamadık, ben sonra iki sefer gidip başka kitaplar aldım. Liste bırakabiliyorsunuz, kitapları tamamlayıp telefon ediyorlar, gidip alıyorsunuz. Böyle de bir lüks mümkün. Tabii ben dolmuşla gidiyorum okula, öyle düşünün lüksü. Çay ikram ettiler, vaktim yoktu, elime bonbon şeker tutuşturup uğurladılar.
O gün Emrah Serbes imzasını bekleyemedik çünkü Selahattin Demirtaş'ı dinlemeye gidecektik. Gittik ve nasıl sağ çıktık o amfiden bilmiyorum. Bir tane fotoğraf çekebilmişim.
Bana kalsa çimlerde çay filan içerdim başlama saatine kadar, Nadire gidip salona bakmak istedi. Konuşmanın başlamasına bir saat vardı ve salonda neredeyse oturacak yer yoktu, bir yer bulup çöreklendik. Yarım saat kadar da geç başladı, o birbuçuk saat boyunca insan seli aktı amfiye. Fotoğraftaki insanlar yakından görmek için falan ayakta değiller, yer yoktu, oralara sığıştılar. Tek kişilik koltuklara ikişer popo oturduğumuz halde yer yoktu. Yüzlercesi de kapıların önünde kaldı, içeri giremedi.
Bir noktada oksijen bitti içerde. Nadire kireç gibi oldu, bana fenalık geldi. Birimiz bayılsak buradan asla çıkamayız diye düşündükçe panik-atak tırmanmaya başladı bende. (Yeni numaram da bu, çıkışı görünmeyen kapalı yerlerde duramaz oldum, kalp krizi geçirdiğimi zannediyorum.) O arada iki büyük şangırtıyla içeri biraz temiz hava girdi. ODTÜ öğrencisi belki biraz vandal olabilir ama pratik düşünüyor allah için. O anda gelip isteselerdi, her iki devasa camın da parasını oracıkta verirdim, öleceğimizi düşünüyordum resmen.
Neyse, alkış kıyamet şakalar falan, baktılar ki olacak gibi değil, dışarı taşındı konuşma. Üstünden neredeyse iki ay geçmiş, zaten izdihamdan başka bir şey hatırlamıyorum.
Ben olsam durmaksızın bok atacağıma biraz düşünürdüm, bu adam neden bu kadar sevildi diye. Belki düşünmeye fotoğrafın sol tarafında azıcık görünen gökkuşağı bayrağından başlardım. O bayrağı oraya asabilmenin ferahlığından filan.
Velhasıl çok şey bekliyorum, umarım birbirimizin yüzünü kara çıkarmayız.
Madem gökkuşağı bayrağı dedik, şu fotoğrafı da koyup öyle gideyim. Onur Haftası kutlu olsun, hep aşk kazansın.